Logo

Makaleler

Bilgi’nin denetlenmesi: Ansiklopediler


Yüksel Kanar


Yayın Tarihi: 11.06.2019

Kelimeler üzerine düşünmek insanı bilinmeyen dünyalara götüren, ilginç sonuçlara ulaştıran, dolayısıyla da olağanüstü zevk veren bir uğraştır. İki ayrı dildeki aynı kelimenin anlam olarak nasıl da birbiriyle tıpatıp benzeşti-ğini görmek insanı şaşırtır. Bu, bizi ister istemez ortak bir “insanlık” dene-yiminin varlığı inancına götürür. İfadeleri ortak bu kelimeler, çok açık biçim-de birikimsel bir insanlık kültürünün varlığını kanıtlar. İlk insandan bu yana, birikimler üst üste yığılarak bugünün toplam dünyasına ulaşıldığını anlatır. Ancak daha sonra kelime ve kültürler ideolojik anlamlara büründürülerek basit ve geçici çıkarlara kurban edilmiştir. Bu durumda artık “dilin büyüsü” bozulmuştur. O, ortak bir bilgeliğin farklı dillerde, çeşitli milletlerce ortak bir havuzdan içilen suyun muslukları olmaktan çıkarılmıştır.

Gerçekten de dil, bir tılsımdır; kelimelerin insan üzerindeki etkilerini yaşa-mımızın her alanında görebiliriz. Kullanmasını bilenlerin dilinde kelimeler, bizi çepeçevre kuşatır, bir büyü çemberi içine alıverir. İnsanı ağlatan da, gül-düren de, mutlu ya da mutsuz eden de, kelimelerdir. Ne yazık ki günümüz-de büyüsü bozulan dil, ideolojilerin oyuncağı olmuş, basit bir güç gösterim aracına dönüştürülmüştür. Elbette bilgi, güçtür; ama bugün seküler/maddeci kesimlerin eline geçtiğinden beri sömürgecinin kaba ve ezici gücü haline gelmiştir.

Avrupa’nın kendi icat ettiği ve sonra da bütün dünyayı ona boyun eğdirdiği bir modernizm döneminde yaşıyoruz. Bu dönemin kendine özgü kaba maddi bilgisinde dünyanın önüne geçen Batılı anlayışta ağırlık, bilginin edinilmesi, değeri ve aktarılmasından, onun “kurulması”na, “üretilmesi”ne, hatta “imal edilmesi”ne kaydırılmıştır. Artık bilginin siyaseti öne çıkmış, onu kendisi olduğu için değil, “bilgiyi ellerinde tutanlar”ın çıkarları için kullananlara vurgu yapılmaya başlanmıştır. (Bkz. Peter Burke, Bilginin Toplumsal Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yay., 3. Basım, s. 9).

Halbuki asıl olan, bilginin kendisidir. Çünkü eşyanın “olduğu gibi” öğrenil-mesi önemlidir. Eşyanın “olduğu gibi”, yani saf olarak, kendisi olarak öğre-nilmesi, insani tarafımızı geliştirir, onarır ve yeniler; ama yapıldığı veya üre-tildiği gibi öğrenilmesi, onun kullanılmasına, istismar edilmesine yöneliktir. 19. yüzyıl bilgiyi, işgal ettiği geniş sömürge topraklarını elde tutmak için imal etmeye başladı. Bilgi, sömürgeciliğin işine yarayacak yeni kuramlarla yön-lendirildi. Sömürgeciler ve onlarla birlikte çalışan Oryantalistler, bilginin üretilmesi ve tüketilmesini tekellerine aldılar. Elbette bilginin böyle bir kaba gücün emrine girmesi ve onun meşrulaşmasının aracı haline gelmesi, insanlı-ğın çok büyük zararlar görmesi ve acılar çekmesine neden oldu. Bu bilgi Av-rupa’da, çevreden merkeze akan büyük bir zenginliğin kaynağı haline geldi. Coğrafyaların ele geçirilmesinde, ele geçirilen o coğrafyada yaşayanların kategorilere ayrılmasında, üretilen bu bilgiden yararlanıldı. Daha doğrusu bilgi, bu amaca göre üretilmeye başlandı. Bilgi, artık bilgi değil, bir sömürü ve aldatmaca aracına dönüştü.

Belirli bir coğrafya esas alınarak üretilen bilginin tipik örneği Oryantalizm’in imal ettiği bilgidir. Foucault’nun “epistemolojik toplulukları”nı, büyük bir açıkhava laboratuvarının gerçek kobayları olarak görmek mümkün. Etki ve tepkiler hesaplanmış, bir toplumun şartlandırılmasının ve kendini “güçlünün istediği şey” olarak görmesinin bütün yolları ortaya konmuştur. Bununla insanlar oldukları değil, sandıkları varlıklar haline getirilmiş; giderek her şeyin sanallaştırılması yadırganmaz hale gelmiştir. Şimdi sanal bir gerçeklik dünyasında yaşıyoruz. Açık coğrafi laboratuarda yer alanların, inandırıldık-ları şey olmadığını anlamaları ya hiç mümkün olmamakta veya fark etmeleri çok fazla zaman almakta, dolayısıyla iş işten geçtiği için hiçbir şeye yarama-maktadır. Türkiye’deki Batıcılar ise, kendilerini Avrupalı sandıkları için, bu-nun farkına asla varamamaktadırlar.

İşte bu özelliğiyle “bilgi”, Batılının elinde felsefenin değil, sosyolojinin ve politikanın bir dalı ve konusu haline getirilmiş, toplumların ideolojik yönlen-dirilmelerinde kullanılan en önemli araç olmuştur. Bilgiyi ellerinde tutanlar, hegemonyalarını sürdürme konusunda en önemli avantajı ellerinde tuttukla-rının farkındadırlar.

Her türlü üretilmiş bilginin yaygınlaştırılması ve meşrulaştırılmasında en önemli görevi ise ansiklopediler üstlenmiştir.

Ansiklopediler, kurumsallaşmış bilgiyi ifade ederler. Bu, bir bakıma doku-nulmazlık kazandırılmış bilgidir. Hele hele kurumsallaşmış, milletlerle özdeş-leşmiş ansiklopedilerin oluşturduğu delinmez zırh, içindeki bilgilere birer dogma özelliği kazandırmıştır. 19. yüzyıl kültür ve düşünce tarihçileri, Ay-dınlanma’nın önemli bir özelliği olarak gösterdikleri Ansiklopedistleri bu özellikleri ile öne çıkarırlar. Batı kültürüne bilimsel-seküler çerçevesini onlar hazırlamışlardır. Artık “bilgi”, kendisi için değil, oluşturulan ideolojilerin besin kaynağı olarak üretilen bir edim haline gelmiş ve yine bu gücüyle bü-tün dünyaya yayılmıştır. Bunun için, dünyayı ellerinde tutan ülkelerin, örne-ği nasıl bir dış politikaları varsa, bir de ansiklopedileri vardır. Fransızların Larousse, İngilizlerin Britannica ve Amerikalıların Americana’ları gibi. Dünya-nın anlamlandırılması bu ansiklopediler çevresinde mümkün olur.

Bizim niçin bir ansiklopedimiz olmadı?

Elbet bizim de Türk Ansiklopedisi adında bir ansiklopedimiz vardı. Ancak, 1943 yılında İnönü Ansiklopedisi adıyla yayınlamaya başlayan ve 1951’de Türk Ansiklopedisi adını alan bu esere, gerçekten “bizim ansiklopedimiz” diyebilir miydik? Eğer Batı kültür ve tarihini içselleştirdiğimiz için, Batı’da hazırları varken ayrıca kendimize özgü bir ansiklopediye niçin gereksinim duyalım denecek olursa buna karşı söyleyecek hiçbir sözümüz kalmaz. Zaten bütün her şeyimizde olduğu gibi bu konuda da kılavuzumuz Batı olduğu için, Türk Ansiklopedisi’nin temel kaynakları Larousse, Britannica ve Brockhaus olmuştur. 1984’te 33 cilt olarak tamamlanan Ansiklopedi’nin günümüzde ise, neredeyse hiçbir kullanım değeri kalmamıştır. Böyle bir değeri olsaydı bile, adıyla mü-semma olamayacağı açıktı. Bunu bir yana bırakalım, İslam’ı bile başkaların-dan öğrenip, Batı süzgecinden geçtikten sonra bize ulaşan bir İslam yeğledi-ğimiz için, yüzyıla yakın bir süre oryantalistlerce yazılan İslam Ansiklopedisi ile idare etmişiz. Neyse ki, bütün eksikliklerine, yetersizliklerine ve gerçek bir kişilik ortaya koyamamasına rağmen Diyanet Vakfı’nca gerçekleştirilen İslam Ansiklopedisi çalışması bu ayıbı belli bir oranda ortadan kaldırdı. (Acaba o da kendisini Batımerkezci/yetkeci anlayıştan kurtarabildi mi?)

Oysa sözcük anlamı “öğrenim çemberi” olan Yunanca enkyklopaedia, Peter Burke’den öğrendiğimize göre, başlangıçta ders programları ile ilgili olarak kullanılıyormuş. Terim sonradan, ister yüksek öğrenim kurumlarındaki öğ-rencilere yardım etmek amacıyla, ister bunların yerine, bir çeşit “kendi der-sini kendin öğren” olanağını sunmak üzere, eğitim sistemiyle aynı biçimde örgütlenmiş kitaplara uygulanır olmuş (Burke: 102). İslam dünyasında da bu anlamla birebir çakışan Dairetü’l-Maarif (öğrenim dairesi) veya Muhitü’l-Maarif (öğrenim çevresi) terimleriyle karşılanıyordu. Bu dünyanın kelimeyi Yunancadan aynen almadığı, ama onunla aynı anlama gelecek şekilde, kendi diliyle ifade ettiğine dikkat etmemiz gerekiyor.

Peter Burke, ansiklopedilerin zaman zaman güncelleştirildiğini hatırlatarak başka şeylere yer açmak için kimi enformasyonun dışarıda bırakıldığını söy-lemektedir ki, aslında bunun anlamı, güncelliğini yitirmiş bazı bilgiler yanın-da, kullanım değerleri güncelleştirilecek bazı bilgilerin de bulunduğudur. Burke, “belirli amaçlar için Encyclopaedia Britannica’nın” kendi zamanındaki baskısındansa 1910-11’deki on birinci basımına başvurmanın daha iyi oldu-ğunu söyler. Demek ki o arada eskisinin yerine üretilen yeni bilgiler onu tatmin etmekten uzak. Ama Burke’nin geri kafalılığına karşı modern bilgi üreticileri için, bilginin kendisinin değil, yeni üretilmiş, modern halinin daha makbul olduğu ortaya çıkıyor böylece. Gerçekten de kullanım değeri olan bilginin önemli olduğunu, pratiğe aktarılamayan bilginin değersizliğini he-pimiz kabul ederiz. Ancak Batılılar bu gerçeği, sadece “kendileri için kulla-nım değeri olan” bilgi olarak anlamışlardır.

Bilgide hazır şablonlar üretilmiştir. Bunun için kimsenin gerçek bilgiyi edin-mek için büyük çabalar harcamasına gerek kalmamıştır. Bilgisayarlarda her-kesin her konuda kolaylıkla ulaşabileceği hazırlanmış basmakalıp (şablon) bilgiler var. Buna ulaşmanın yolları da, daha çocukluklarından itibaren insan-lara öğretilir hale geldi. Ulaşmanın yolunu bilmek, ulaşılacak şeyden önemli oldu. Bilgi değil, ona ulaşmanın yolları öğrenilirse işin gerisi kolay. Öyle ya, bilgi de günümüzde bir endüstri haline gelmemiş midir? Onun da, tıpkı hazır elbise atölyeleri gibi, üretildiği mekânlar var. Usulünü bilirseniz, size hangi bilgiler lâzımsa onu kolayca bulabilirsiniz. Eğer istediğiniz bilgiyi kolayca buluyorsanız, onu elde etmek için uzun yıllar uğraşmaya ne gerek var?

Nitekim bugünün çocukları, evet okula gidiyorlar, ama orada bir şey öğren-miyorlar. Artık akıllı tahtalar var; bilgisayarlarla ders görülüyor. Öğretmen-lerin verdiği ödevler, adeta tekörnek olarak bu şablonlardan, kes yapıştır yöntemiyle hazırlanıyor: çoğu zaman öğrenci, yaptığı ödevi okumaya bile gerek duymadan bu yöntemle hazırlayıp ilgilisine sunuyor. Böylece “bilgi toplumu” içerisine girdiğimiz vehmiyle yaşamaya başlıyoruz. Zihinlerimizin, beyinlerimizin, hafızalarımızın masa başında üretilmiş fabrikasyon Batılı bil-gilerle doldurulduğunun farkında bile olmadan.

Batılı bilgi üretimine özenerek biz de ansiklopediler çıkarıyoruz. Ama bizim-kiler ya tercüme ya da Batılı ansiklopedilerin bir kopyası. Bunun en büyük kanıtı da, bu bilgi çemberini kendi medeniyet havzamıza ait Muhitü’l-Maarif veya Dairetü’l-Maarif yerine, Batı medeniyet havzasına ait Ansiklopedi olarak adlandırmamızdır. Bir gün Üniversite yerine Darü’l-Fünun’larımız olduğun-da ve buradan yetişen kendi bilim adamlarımız çıktığında, o zaman bizim de kendimize ait bilgilerimiz olacaktır. Elbette kendi bilgilerimizi, o zaman, başkalarının ansiklopedilerinde değil, kendi Dairetü’l-Maarif veya Muhitü’l-Maarif’lerimizde biriktireceğiz.

Aksi takdirde kendimizi başkalarının bilgi tasallutundan kurtarmamız müm-kün olmayacak.