Sağlık insanın ikizi gibidir. İnsanla birlikte doğar ve yanıbaşında durur; zaman zaman bozulur, düzelmesi için çeşitli çarelere başvurulur. Ama bu düzelme her zaman uzmanlık bilgisi ister. İşte tıp sanatı dediğimiz ilim bu şekilde ortaya çıkmış ve sonra da, temel ilimlerden biri haline gelmiştir. Devamında açılan Tıp Mekteplerinde diğer tüm ilimlerde Şahâdetnâme, Tasdiknâme veya Rüûs verilirken, sadece tıbbiyelerde icazet verilmiştir…
Geleneksel İslami ilimler sahasında tahsil görenlere, mesleklerinde söz sahibi olduklarına ilişkin verilen ve günümüzde diploma olarak adlandırılan belgelere “icâzetnâme” denir. Bu isimlendirme zaman içinde değişmiş, önce “şahâdetnâme”, sonra da “diploma” kelimeleriyle ifade edilmiştir. Ancak bir istisna dikkatimizi çekmektedir: Son dönemlerde, hemen aynı zaman diliminde verildiği halde, meselâ Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Günümüzde İstanbul Teknik Üniversitesi) diplomaları için “şahâdetnâme” kelimesi kullanılırken, Tıbbiye/Doktor diploması için “icâzetnâme” kelimesinin kullanılmasına devam edilmiştir. Bu durum tıp ilminin İslam dünyasındaki önemini göstermekte ve aynı zamanda onun klasik İslami ilimlerden biri sayıldığının işareti olarak görülmektedir.
Bu isimlendirmenin kültürel bir anlayışa dayandığı ve tıbbın klasik İslami ilimlerden biri olarak telakki edildiği üzerinde durmaktayız. Dolayısıyla bu konuda verilen diplomanın “icâzetnâme” olarak isimlendirilmesinin sürdürülmesinin, tıbbın diğer pozitif ilimler içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunun bir delili olduğu savunulmakta ve bunu açık bir şekilde gösteren icâzetnâmelerle, aynı dönemlerin şahâdetnâmelerinin karşılaştırılmalı örnekleri görülmektedir.
İcâzetler içinde özel olarak yer alan tıp icâzetlerinin özel bir sebebi: Daha önce Osmanlılar döneminde -mezuniyet belgelerinin- icâzet, şehâdetnâme veya tasdiknâme olarak adlandırılan ve bu arada tıp eğitimini tamamlayanlara verilen icâzetnâmelerin, Cumhuriyet döneminde hepsinin diploma olarak adlandırılmalarına karşılık tıp fakültelerini bitirenlere verilen belgenin “icâzetnâme” olarak devam etmesidir. “Osmanlı’dan Günümüze-İcâzetten Diplomaya” adlı koleksiyon çalışmamızda farkına vardığımız bu konu küçük bir detay gibi görünse de, aslında kültür tarihimiz açısından büyük bir önem taşımaktadır.
İslâm dönemine gelinceye kadar doğal/insanî bir doğrultuda gelişen tıp, İslâmî dönemde, kendisinden öndeki dönemlerin tecrübe/mirasına yaptığı büyük katkılarla parlak bir zirve oluşturmuştur. Ancak günümüzde Batı kaynaklı modernizmin, geleneği safdışı bırakma hastalığı, tıp konusunda da büyük bir yıkım yapmış, insan yüzlü kadim tıp anlayışından âlet/makine ağırlıklı tıp anlayışına geçilmiş, daha önce insanı esas alan anlayış, şimdi makineyi önceleyen, dolayısıyla âletleri insanlara tercih eden bir anlayışa dönüşmüştür.
Sağlığı bozulan bir insanın ruhuna hitap ederek, onu her şeyden önce manevî anlamda iyileştirerek tedaviye başlayan bu tıp anlayışının öznesi “hekim”dir. Çünkü hekim, “hakîm” kelimesiyle aynı anlamda bilgelik demektir. Yani hekim sadece tıp konusunda malumat sahibi olan kişi değil, her türlü insanî bilgiyle mücehhez bir kimsedir. Sadece laboraturlarda oluşturulmuş ilâçlarla değil, insanla konuşur, onu aynı zamanla ruhen/manevî anlamda da tedavi eder.
Aslında bizim geleneğimizdeki tıbbın yüksek yerini alelade bir “diploma” kelime gösteremiyordu. Dolayısıyla “icâzetnâme” kelimesi, bütün derinliğiyle kendini savunmuş ve bir süre daha kelimeyle birlikte manasını da muhafaza etmek için direnmiştir. Ama günümüzde artık, her şeyde olduğu gibi, bu kavram da modernizmin despotluğuna teslim olmak zorunda kalmıştır.