Osmanlı’nın denizlerdeki
I. Dünya Savaşı hazırlığı. Bunun için
Reşadiye Zırhlısı için hazırlanmış tanıtım broşürü...
Osmanlı savaş öncesinde donanmadaki eksikliğini gidermek amacıyla, İngiliz menşeli Vickers firmasına imal ettirdiği Reşadiye Zırhlısı nin tanıtım broşürün kapağında, ay yıldız ve Latin harfleriyle "RESHADIEH" yazısı yer almaktadır.
Ayrıca sayfaların ilkinde İngilizce üretici firma, gemiye ismini veren Tevfik Paşa nın kızı Naile Hanım ın ismi ve teknik bilgileri görülüyor.
Broşürün tam ortasında ise Reşadiye Zırhlısının Türk bayraklan ile olan görüntüsü.
© Görsel: Phebus 25/5/2025 müzayede kataloğundan.
Geoffrey Bennet’in Birinci Dünya Savaşı’ndaki deniz muharebelerini ele alan Naval Battles of the First World War (Birinci Dünya Savaşı’nın Deniz Çarpışmaları) kitabının girişinde, Churchill’in şu sözleri yer alır: “SMS Goeben [Yavuz], Ortadoğu halklarına daha önce hiçbir geminin taşımadığı ölçüde katliam, sefalet ve yıkım getirmiştir.”
Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları arasında kültürel ve ekonomik bir aracı ve merkez olmasından dolayı Ortadoğu, dünya egemenliğinin anahtarı olarak görülmüştür. Petrol rezervlerinin varlığıyla birlikte dünyanın en önemli su yollarının (Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz, Hürmüz Boğazı ve Basra Körfezi) burada bulunması, bölgeyi yirminci yüzyılda büyük devletlerin rekabet sahasına dönüştürmüştür.
Bu zenginliğin farkında olan İngiltere hem doğal kaynakları nedeniyle ekonomik, hem de Doğu’ya ulaşım yolları yönünden stratejik önem taşıyan bölgeyi tek başına elinde tutmak ve petrol rezervlerine yakın olmak istemiştir. İlk hedefi ise bölgenin sahibi olan Osmanlı Devleti’ni parçalamak suretiyle ortadan kaldırmak olmuştur. Biz de bu yazımızda, İcâzetten Diplomaya adlı koleksiyonumuzda bulunan müstesna belgelerden de yola çıkarak, parası kuruşu kuruşuna ödenen Sultan Osmân-ı Evvel Reşâdiye zırhlı gemisinin, İngilizler tarafından nasıl gasp edildiğini ele alacağız.
Winston Churchill
1860-1906 arasında gemi inşa alanında kaydedilen tüm teknolojik gelişmeleri bünyesinde barındıran bu dretnotlar zırh koruması, hız, menzil ve ateş gücü bakımından geçmiş tüm tasarımları fersah fersah aşan niteliklere sahip harp gemileri olarak denizlerdeki yerini almıştı. Osmanlı Devleti de zor şartlara rağmen bu dretnotlara sahip olmak ve rakiplerinden simgesel anlamda da olsa geri kalmamak istiyordu. Aynı zamanda Osmanlı, bu ve benzeri gemileri sadece savaş için kullanmak değil, bunları var olduğu tüm coğrafyada tebaasına göstererek bağlılıklarını daha da güçlendirmek arzusundaydı.
Osmanlı Devleti ne zaman büyük bir donanma vücuda getirse, ya da böyle bir donanma yapmaya kalkışsa, Avrupa’nın denizci devletlerinde bir endişe uyandırmış ve bu donanmayı yok etmek için ittifaklar kurulmuştur. Bu yüzden 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Akdeniz’e gelen Rus donanmasına en çok yardımı yapan İngiltere, Çeşme Limanı’nda bulunan Osmanlı Donanması’nı yaktırmıştı. 1827 yılında Navarin Limanı’nda demirli bulunan Türk Donanması yine İngiltere ve Fransa tarafından yakılmıştı. İşte bu yüzden Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen tehditler denizden geldikçe, devletin bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak için büyük bir donanmaya sahip olmak birinci şart olmuştu. Bu esas üzerine donanmada bulunan üst düzey yetkililer 27 Ekim 1911 tarihinde nezarete sundukları bir programla, donanmanın büyük devletlerin nazar-ı dikkatini çekmeden süratle, ama mutedil bir surette takviye edilmesi için yukardaki kartpostalda görülen, Reşâdiye ve Sultan Osman-ı Evvel dretnotlarının siparişini vermişlerdi.
©İcâzetten Diplomaya, Enver Beşinci Koleksiyonu.
Yirminci asrın ilk başlarında denizlerdeki silahlanma yarışı sadece Latin Amerika ülkeleri arasında sürmüyordu. Almanlar da İngiliz ve Fransızlara karşı son teknoloji savaş gemileri üretmek için durmaksızın çalışıyorlardı. Ruslar hem Japonlara karşı hem de Karadeniz’in egemenliği için donanmasını yenilerken, Yunanlılar 1910’da İtalya’dan “Averof” isimli bir zırhlı satın almışlardı. Tüm bu gelişmeler Osmanlı’yı yeni nesil savaş gemilerine sahip olmak durumunda bırakıyordu. Yalnız ortada “küçük” bir sorun vardı: Devletin kaynakları bu hamle için yeterli değildi. Bu nedenle halktan bağış toplamak amacıyla 1909’da Donanma Cemiyeti kuruldu. İlk etapta, oluşturulan kaynakla Almanya’dan iki zırhlı alındı. Osmanlı’nın daha büyük hedefiyse dönemin en güçlü dretnotlarına sahip olmaktı.
Dünyanın öbür ucu Brezilya’daysa bambaşka gelişmeler yaşanıyordu. Kauçuk fiyatlarının düşmesi, bu ülkenin ekonomisini zorluyordu. Üstelik donanmadaki zenci askerlerin, beyaz subayların kötü muamelesine ve kırbaç cezasına karşı ayaklanması, donanmayı güç durumda bırakmıştı. Büyük meblağlar ödenerek alınan dretnotlar, bu ayaklanma nedeniyle hizmet dışı kalmıştı. Bu şartlar altında Brezilya, İngiltere’de yaptırdığı yeni dretnotu, yani Rio de Janeiro’yu satmaya karar verdi. Ruslar, İtalyanlar ve Fransızların yönlendirmesiyle Yunanlılar, zırhlının muhtemel alıcısıydı. Osmanlı Devleti, arzu etmesine rağmen hazinesinde İngiltere’ye ödenecek tek kuruş olmadığı için, Donanma Cemiyeti, gemilerin alımı için devletin en ücra köşesine kadar uzanan bir yardım kampanyasıyla tekrar harekete geçti. Halk yemesinden içmesinden kısarak, arttırdığı paranın yanına bir de ziynet eşyalarını katarak götürüp cemiyete bağışladı. Gemilerin bedelleri böylece beklenmedik bir hamleyle toplandı. Osmanlı Devleti, 28 Aralık 1913’te, talip olan diğer devletlerden yüksek bir teklifte bulunarak, £2.750.000 karşılığında Rio de Janeiro’yu satın aldı. Adı Sultan Osmân-ı Evvel olarak değiştirilen dretnotun tersanede bir an evvel bitirilmesi için Osmanlı Bahriyesi’nden görevliler getirildi.
Gemilere Türk sancağı çekilmesi töreninden yarım saat önce, İngiltere Sultan Osmân-ı Evvel gemisine el koyduğunu açıkladı. Ardından Reşâdiye de aynı şekilde gasp edildi.
Sultan Osman-ı Evvel gemisinin İstanbul Deniz Müzesi’nde bulunan maketi.
Anlaşmaya göre 1914 yılında bitmesi gereken dretnotların, Newcastle’da tezgâhtan denize indirilmesi için tören düzenlendi. Törende gemilerin baş kısmında şampanya şişesi kırılması geleneği değiştirildi ve şampanya yerine gülsuyu doldurulan bir şişe, o sırada Londra Büyükelçisi olan, Osmanlı’nın son sadrazamı Tevfik Paşa’nın ortanca kızı Naile Hanım tarafından kırıldı.
Denize indirilen dretnotlar için Osmanlı Bahriye Nezareti, tamamlanmak üzere bulunan bu iki harp gemisinin gerektiği şekilde inşa edilip edilmediğini denetlemek üzere görevlendiren İngiliz ve Osmanlı askerî mühendislerinden rapor istedi. Bunun üzerine harekete geçen Londra Büyükelçisi Tevfik Paşa, 24 Haziran’da verdiği cevapta, bu teftişin teslim işini dört hafta daha uzatacağını bildirdi. Bu sırada gemiyi teslim almakla görevlendirilen Rauf (Orbay) Bey de Paris’e gelmiş, Tulon’da deniz manevralarını takip etmekte olan Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile görüşerek kendisine, “İngiltere’deki hâletirûhiyenin garip bir hal aldığını, dretnotu bitirmemek için her gün yeni bir bahane icat ettiklerini” söylemişti.
İngiltere ve Fransa’nın dostluğuna öteden beri önem veren ve bunu sağladığına inanan Cemal Paşa, “Siz gidin, bir an evvel gemiyi teslim almaya çalışın! Son taksitini de gönderiyoruz” diyerek Rauf Bey’i Londra’ya geri göndermişti. Rauf Bey de, “Sultan Osmân-ı Evvel” zırhlısını teslim almak için Reşid Paşa vapuruyla, yanına 1200 kişilik mürettebatı da alarak Londra’ya doğru yola çıkmıştı.
Yukarıda gördüğümüz ipek üzerine taş baskı yöntemiyle basılan mendil, Donanma-yı Osmânî Muâvenet-i Milliye Cemiyeti (19 Temmuz 1909-2 Nisan 1919) tarafından, gemi kaptanı ve az sayıda devlet görevlisi için üretilmişti
©İcâzetten Diplomaya, Enver Beşinci Koleksiyonu
Ancak Osmanlı donanmasının geçici de olsa üstünlük elde etmesine tahammülü olmayan Batı ile birlikte Rusya da Osmanlı için İngiliz tersanelerinde inşa halinde bulunan iki zırhlının teslimini mümkün olduğunca geciktirmek üzere harekete geçti. Ruslar bunu sağlamak için İngiliz makamları nezdinde teşebbüste bulunduğu gibi, daha önce kendi tersanelerinde yapımına başlanan gemilerinin planlanan tarihten evvel bitirilmesi için çalışmalarını da hızlandırdı. Özetle Rusya, Boğazlar meselesinin kesin olarak halli, yani kendi kontrolü altına konması maksadıyla, 1917 yılına kadar tüm donanma inşaatını tamamlamak hususunda kesin karar almış bulunuyordu. Ancak zırhlının teslim alınacağı sırada, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya-Macaristan veliahdının öldürülmesi, Avrupa’daki durumu birdenbire gerginleştirdi. Zamanlamaya bakılırsa, bunun bilinçli bir hareket olduğu ve hareketin arkasında Rusya’nın bulunduğu kanaati kuvvetlenmişti. Cemal Paşa’nın böyle bir zamanda Fransa’ya gidişi, samimi bir şekilde karşılanışı, İngilizlerin zırhlıları vermemek için türlü bahaneler yarattıkları bir sırada Cemal Paşa’nın, “Son taksiti gönderiyoruz, gidin gemiyi alın” talimatını Rauf Bey’e vermiş olması ve Londra’ya geri gönderişi boşuna değildi. Öte yandan bu zırhlıların Osmanlı’ya teslim edilmemesi için Rus hükümetinin, Saraybosna cinayetini tertip ederek bu durumu dünya savaşına kadar götürmeyi bile göze alabileceği uzak bir ihtimal olarak görülmüyordu.
Gemileri teslim almaya, sonraları “Hamidiye Kahramanı” olarak anılacak ve başbakanlık koltuğuna oturacak olan Rauf (Orbay) Bey gitti. Rauf Bey beraberindeki Osmanlı Bahriyesi’yle aylardır İngiltere’deydi. 2 Ağustos 1914’teki teslimi beklerken yanındaki denizciler de zırhlılar konusunda eğitim görüyorlardı. Dünya ticaret ve askerlik tarihinin en utanç verici olaylarından biri, işte o günlerde yaşandı. Almanya ile yakınlaşmamız, Avrupa’da savaşın başlamış olması ve savaş gemilerinin İngiltere’ye karşı kullanılmaları ihtimaliyle İngiliz Hükümeti, gemilere Türk sancağı çekilmesi töreninden yarım saat önce Sultan Osmân-ı Evvel gemisine el koyduğunu açıkladı. Ardından Reşâdiye de aynı şekilde gasp edildi. Bu olay Osmanlı Devleti’nde duyulur duyulmaz basında büyük yankı uyandırdı. Örneğin Tasvîr-i Efkâr’daki köşesinde Yunus Nadi bu hareketi “korsanlık” ve aleni “Müslüman düşmanlığı” olarak nitelendirdi. El koyma kararı sadece Osmanlı’da infial yaratmadı. 7 Eylül 1914’te New York’ta yaşayan Hintli Müslümanlar, İranlılar, Osmanlılar ve diğer Müslümanlar İngiltere’nin kararını protesto için gösteri düzenlediler ve bir bildiri yayınladılar.
Cemâl Paşa (1872-1922)
Donanma Cemiyeti’nin haftalık yayını olan Donanma Mecmuası, İstanbul’a hâkim olan duyguyu cömertçe aktarıyordu: “Her zaman dostluğumuzdan istifade eden İngiliz hükümetinin bu hareketi yalnız Osmanlıları değil, bütün âlem-i İslâmı dilgîr etmiş olduğuna şüphe yoktur.” Aynı zamanda İngiltere’ye ateş püskürtüyordu: “Dişimizden, tırnağımızdan artırıp, biriktirip verdiğimiz paralarla alınan Sultan Osmân-ı Evvel, Reşâdiye yılmazlarını haksız yere İngilizler zapt ettiler. Utanmadılar, sıkılmadılar. [...] Allah bu kahpeliği onların yanında bırakmaz.”
Derginin yazarları, karşılaştırmalar yapıyor, İtilaf Devletleri’nin deniz gücünün İttifak Devletleri’ninkinden açık ara üstün olduğunu yazıyor ve verilmeyen iki dretnotun İngiltere için neden bu kadar gerekli olduğuna anlam veremiyorlardı: “İngiltere için bu iki gemi neden lazımdı? Bilmeyiz, nasıl bir zihniyettir ki, Müslümanların idrak ve hesabıyla bu derece istihzaya saik oluyor?” Bu durum öfkeyi bir kat daha artırıyordu: “Biz ki, bu iki dretnotla varlığımızı muhafaza edecektik. Pek çok parçalanan bir vatanın aksâm-ı mütebâkiyesini muhafaza edecektik. İşte buna mâni olan İngiltere’dir.”
"Sultan Osman-i Evvel"
Newcastle’da tezgâhtan denize indirilmesi töreni yapıldı, törende gemilerin baş kısmında şampanya şişesi kırılması geleneği Türk geleneğine göre, “günah” kabul edildiği için şampanyanın yerine bir şişe gülsuyu kondu ve şişeyi o sırada Londra Sefiri olan imparatorluğun son sadrazamı Tevfik Paşa’nın ortanca kızı Naile Hanım tarafından döküldü...
Yukardaki belge Tevfik Paşa’ya o dönem Birleşik Krallık Dış İşleri Bakanı Sır Erdward Grey tarafından Kasım 1914 de verilen Seyahat belgesi (pasaport) görülüyor.
Gemilerin zaptının en canlı şahidi Rauf Orbay, hadiseyi şöyle anlatıyordu:
“... Sultan Osmân-ı Evvel süvarisi olarak, üç aydır Londra’da bulunuyordum. ...Dretnotu teslim alıp memlekete götürecek olan bin kişilik mürettebat ve askerim de Reşid Paşa vapuruyla İngiltere’ye gelmişti. Geminin son taksiti olan 700 bin lira da ödenmişti. ... Fabrikayla 2 Ağustos 1914 günü geminin bize teslimi konusunda mutabık kalmıştık. Fakat parayı verişimizin ertesi günü için kararlaştırılan sancağımızı çekme töreni zamanından yarım saat evvel, İngilizler Sultan Osmân-ı Evvel’e el koydular.
Dünyanın birbirine girdiği günlerdi. ... Avrupa kıtası baştanbaşa bir savaş alanı hâline gelmişti. ... İngiltere, hükümetimiz tarafından satın alınması kararlaştırılıp pazarlığı da yapılmış olan iki torpido destroyerine de el koydu. ... Gerektiği şekilde şiddetle protesto edildi ise de kâr etmedi. ... İngilizler, hangi devlete ait olursa olsun İngiliz tezgâhlarında inşa edilmekte olan harp gemilerinin İngiliz kıyılarından uzaklaşamayacağını tebliğ ile ambargoda ısrar ettiler.”
1 Ağustos 1914 tarihinde son gelişmeleri hükümete bildiren Tevfik Paşa’ya para gönderilmiş ve ancak Sultan Osmân-ı Evvel’e Osmanlı bayrağı çekildikten sonra İngiliz şirketine ödeme yapılması emredilmişti. Tevfik Paşa, İstanbul’dan gönderilen paranın çekilmesi sırasında bile zorluklarla karşılaşmıştı. Yapımcı şirket olan Armstrong ile yapılan antlaşma gereğince, para İngiltere bankasına yatırıldığı anda gemi teslim edilerek Osmanlı bayrağı çekilecekti. Üstelik bu karar şirket müdürü tarafından da tasdik edilmişti. Fakat Tevfik Paşa’nın Rauf Bey’e bayrak çekilmesi için telgraf gönderdiği sırada, Rauf Bey İngiliz amiralliğinin gemiye el koyduğunu bildirdi. Bu gelişmeler üzerine derhal harekete geçen Tevfik Paşa, o saatte banka kapalı olduğundan parayı geri vermesi için Armstrong şirketine telgraf çekti. Bunun yanı sıra gemilere el konulması olayını protesto için İngiltere Dışişleri Müsteşarıyla görüştü. Müsteşar, bunun genel bir tedbir olduğunu, bayrağın çekilmiş olup olmamasının bir şeyi değiştirmeyeceğini, çünkü hükümetinin İngiliz tersanelerinde yapılmış olan hiçbir yabancı gemiyi kara sularından dışarı çıkartmamaya karar verdiğini söylüyordu. Bunun üzerine Tevfik Paşa, Osmanlı Hükümeti adına Armstrong-Withworth şirketine çektiği telgrafla, çok önceden teslimi kararlaştırılmış olan zırhlının verilmeme nedenini, yapılan bu haksız muameleyle İngiltere Hükümeti’nce gemiye el konulmasına sebebiyet vererek Osmanlı Hükümeti’ni telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi zararlara uğratmasından dolayı protesto etti.
28 Kanûnîsânî 1329 / 10 Şubat 1914
Muhterem Ağabeyciğim
Dersaadet’ten müfarakatimiz (ayrılmamız) günü maalesef görüşemedik, cidden mükedderim. İnşallah an-karib (yakında) sefinemizle birlikte gelir görüşür öpüşürüz. İnşallah afiyettesinizdir. Dostum Âsaf Bey, Cenâb-ı Hak maaile sıhhatinizde berdevam kılsın. Âmin. Bugüne kadar mektup yazamadığımdan dolayı lütfen biraderinizi mazur görünüz. Zira mahall-i mahsusumuza (hususi yerimize) değin yollardaki otel hayatımız buna mâni idi. Bundan böyle âcizâne mektuplaşmakta kusur etmeyeceğim sizce de müsellemdir (kabul edilmiştir). Size sevgili sefinemizin resm-i tenzilinde (suya indirilme töreninde) ahzedilmiş (alınmış) fotoğrafını gönderiyorum. Bugün ise mezkûr sefinenin tanınmayacak kadar inşaatı ilerlemiştir.
Birkaç güne kadar göndereceğim fotoğraf dilir (heybetli) sefinemizin ikmal edilmiş olduğunu ibraz eyleyecektir.
Bir haftadan beri tekmil kazanlar fayrap edildi, shift valf tecrübeleri icra ediliyor. Tekmil makinelerce hiçbiri .....? kalmamıştır. Peyderpey fabrikadan topları gelip yerlerine vazediliyor (konuluyor). Bâkî gözlerinden öperek Hüdâ’ya emanet eylerim.
Kardeşiniz Yüzbaşı Bedri
©İcâzetten Diplomaya, Enver Beşinci Koleksiyonu.
Savaş Gemisi alanında kaydedilen tüm teknolojik gelişmeleri bünyesinde barındıran Sultan Osmân-ı Evvel gibi dretnotların Birinci Dünya Savaşı başladığında ülkelerin elinde şu adetlerde bulunuyordu: İngiltere 31, Almanya 18, Amerika ve Fransa’da 10. ©İcâzetten Diplomaya, Enver Beşinci Koleksiyonu.
Rauf Orbay, sürece başından sonuna dek şahitlik eden isimlerden biriydi. Orbay, yaşananları “avrupa kıtası baştanbaşa savaş alanı haline gelmişti. İngilizler gemilerimize el koydu. Protestolar da kâr etmedi“ diye anlatacaktı.
Aslında İngiltere 1 Ağustos 1914 tarihinde henüz savaş hâlinde olmadığından, bu iki gemiye el koymak için ileri sürmüş olduğu bahane geçersizdi. 22 Ağustos 1914 günü gazetelerde çıkan Osmanlı tebliğinde, bu iki zırhlının yanı sıra, Şili Hükümeti namına inşa edilmiş, Osmanlı Hükümeti’nce satın alınması kararlaştırılmış ve pazarlığı yapılmış olan 1850 tonilatoluk iki torpido destroyerinin de zapt edilmiş olmasının şaşkınlık ve üzüntüyle karşılandığı bildirilmişti. Yine aynı gün İstanbul’daki İngiliz büyükelçiliğinin Osmanlı ajansına dikte ettirdiği tebliğde, İngiltere’nin böyle bir muameleye başvurmasının sadece askerî ihtiyaçlardan doğmuş olduğu, halk arasında bazı yanlış anlamalara sebebiyet veren bu olaydan üzüntü duyulduğu, eğer savaş sırasında bu gemilere İngiltere’nin ihtiyacı olmazsa Türkiye’ye geri verileceği bildiriliyordu. Ancak bu gemilerin savaş sırasında geri verilmesi ihtimali yok denecek kadar az olsa da, bedellerinin Osmanlı Devleti’ne ödenmesi gerekirdi. Fakat bu yapılmamıştı.
Osmanlı Hükümeti, hareket etmeleri için gerekli olan kömür ve sair malzemeyi dahi satın aldığı bu zırhlıların haksız bir şekilde İngilizler tarafından müsadere edilmesi üzerine harekete geçmiş ve konunun hukuki boyutunu da incelemeye almıştı. Nitekim Sultan Osmân-ı Evvel ve Reşâdiye zırhlıları hakkında, Bahriye Nezaretinin 6 Kasım 1916 tarih ve 48029/47 numaralı tezkeresi üzerine Osmanlı Hükümeti, bu hususta hazırlanan dosyayı “Hukuk Müşavirliği”ne havale ederek görüş istemişti.
Lozan Müzakereleri sırasında da Türkiye ile İngiltere arasında en önemli malî meselelerden birini bu mesele oluşturmuştur. İsmet İnönü, Lozan görüşmeleri için Avrupa’ya gittiği bir sırada İngiltere Hariciye Nazırı Lord Curzon’la görüşmüş ve bir ara Sultan Osmân-ı Evvel ve Reşâdiye zırhlıları meselesini açmıştı. Kendisine, iki Boğaz arasındaki gemi sayısının tehlike teşkil etmemesi için siyasî ve askerî teminatın yeterli olmadığını söyleyerek Rusya kadar donanma sahibi olmanın gereğini savunmuş ve bu zırhlıları geri istemişti. Curzon ise bu talebi düşüneceğini söyleyerek konuyu değiştirmişti. İsmet Paşa’nın ifadesinden, bu hususta Türk heyetinin fazla bir gayret göstermediği anlaşılmaktadır. Tazminat meselesinde müttefikler, delegelerimizden ülkemizde bulundurdukları askerî birliklerin masrafları olmak üzere “işgal mesarifi” adı altında mühim bir para istemişler, sonra bunu 30 milyona kadar indirmişlerdi.
Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin Batılılar tarafından işgal edilmesi nedeniyle uğradığı zarar miktarı, yüz milyonlarla ifade edilemeyecek kadar ağırdı. Yunan orduları ülkemizi işgal ettikleri sürede harabeye çevirmişti. Israrlarının en önemli sebeplerinden biri, satın alınıp bedelleri ödendiği hâlde harpten evvel gasp edilen savaş gemilerinden dolayı Osmanlı’nın talep edeceği tazminattı. Ayrıca İngilizler, Avusturya bankasında Osmanlı Devleti adına yatmış olan beş milyon altına da el koymuşlardı. Böylece İngilizler gasp ettikleri bu altınlarla, hakkımız olan tazminatı mahsup etmeyi düşünmüşlerdi. Fakat Osmanlı, Yunanistan’dan hiçbir tazminat alamadığı gibi, bu gemilerin bedellerini de tahsil edemedi.
Sadece gemiler gasp edilmedi. İngiltere, Osmanlı’dan tahsil ettiği meblağı geri ödemediği gibi, imparatorluğun dağılmasının ardından tazminat girişimleri de sonuçsuz kaldı.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’yla da Osmanlı Devleti, bu gemi bedellerinden tümüyle feragat etmişti. Antlaşmanın, “Muhtelif hükümler, II. Fasıl” başlığı altındaki 58. maddesi şöyledir: “ ... Türkiye, Hükümet-i Osmaniye tarafından İngiltere’ye sipariş olunup Britanya Hükümeti tarafından 1914 tarihinde vaz’-ı yed edilmiş olan harp sefinelerine mukabil, tediye kılınmış bulunan mebâliğin iadesini ne Britanya Hükümeti’nden ve ne de tebaalarından talep etmemeyi kabul ve bundan dolayı her türlü metâlibinden feragat eder.”
Rauf Orbay (1881-1964)
Böylece Türkiye’nin bu hususta yapacağı her türlü teşebbüs geçersiz kılındı. Yunanlılarla harp tazminatı hususunda arabuluculuk etmek isteyen İtilaf Devletleri, bundan vazgeçmemiz için Trakya sınırında bulunan Karaağaç’ı bırakmak teklifinde bulunmuşlardı. Ancak Türk delegasyonu başkanı İsmet İnönü, Karaağaç karşılığında, tamirat ve gemi bedelleri dâhil her türlü tazminattan vazgeçti.
İngilizler savaş gemilerinin isimlerini değiştirdiler, Sultan Osmân-ı Evvel’i “Agincourt”, Reşâdiye’yi de “Erin” yapıp donanmalarına dâhil ettiler ve seneler sonra bir hukuki oyun yaparak bu iki savaş gemisinin önceden tamamını ödediğimiz bedellerini “savaş tazminatı” statüsüne sokup tek kuruşunu bile iade etmediler...
Bilindiği üzere Osmanlı Hükümeti 1911 yılında İngiliz Vickers tersanelerine Reşâdiye adını verdiği bir zırhlı ısmarlamıştı.
Bu arada Brezilya Hükümeti’nin İngiltere’de Newcastle şehrinde Armstrong şirketine ısmarlamış olduğu ve yapımı bitmek üzere bulunan Rio de Janeiro adlı zırhlıyı gündeme gelmişti.
Osmanlı Hükümeti, denize indirilmiş ve toplarının bir kısmı konmuş halde bulunan bu iki zırhlıyı satın alarak ona Sultan Osmân-ı Evvel adını vermişti.
Bu gemilerin yapım aşamalarına nezaret ederek gelişmeleri Osmanlı’ya bildiren görevlilerinden Hikmet Efendi, Bahriye Nezaret-i Celîlesi yâverânından Nizameddin Efendi’ye 17 Mayıs 1914 tarihinde gönderdiği gemi kartpostalının arka yüzünde şu ifadeleri yazmıştı:
Kardeşim Nizamettin Bey
Mektubunuzu aldım. Teşekkür ederim.
Hakkımdaki teveccühünüze eminim.
Nizameddin Bey’e mektubunuzdan bahsettim. Tabii o da sizi sevenlerdendir.
Latiflerini hoşgörün, fotoğrafınıza kemal-i teşekkürle muntazırım.
Sizin eski ser-yaver Cemil Bey’le burada görüştük. Mektubunuzu cevapsız bırakmamak için şu kartı yazdım. Sizden havadisli mektuplara ne kadar müteşekkir kalacağım.
Bâkî gözlerinizden öperim kardeşim.
İmza
Hikmet
©İcâzetten Diplomaya, Enver Beşinci Koleksiyonu.
Söz konusu iki gemiyi inşa etmek üzere anlaşmalara imza koyan Armstrong-Vickers şirketleri hâlâ İngiltere’de faaliyetlerine devam etmektedir. İsmi “Defence Systems Ltd.” olarak değiştirilen şirket, İngilizlerin en köklü şirketidir.
Sultan Osmân-ı Evvel ve Reşâdiye gemilerinin gasp rezaletinin üzerinden tam 110 yıl geçti. Bu olaylar sadece toplumsal ya da siyasî hafızada değil, Osmanlı Bahriyesi’nden bugüne Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal belleğinde canlılığını muhafaza etmekte, bu gaspların bir daha yaşanmaması için milli ve yerli harp sanayinin kurulma azmini güçlendirmektedir. Türkiye’nin savaş sanayiinde gerçekleştirdiği son atılımların itici gücünde, geçmişten alınan bu derslerin de önemli bir rolü vardır.
Derin Tarih dergisindeki yazıyı PDF olarak görüntüleKaynakça:
Bardakçı, Murat. “İngilizler 104 Yıl Önce Parasını Ödediğimiz İki Gemimizi Gasp Etti.” Habertürk. (Erişim: 24 Haziran 2018)
Durmuş, Aynur. “Churchil'in 100 Yıl Önce Türkiye'ye Attığı Kazık”. www.odatv.com, 18 Mart 2015. (Erişim: 24 Eylül 2023)
Göksan, Emin. Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi - Osmanlı Devri (1911-1912): Osmanlı - İtalyan Harbi. C.3, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1980.
Sarıkoyuncu Değerli, Esra. Kendi Arşiv Belgeleriyle İngiltere'nin Ortadoğu Politikası (1882-1914), XVIII. Yüzyıldan Günümüze Ortadoğu'daki Gelişmelerin Türkiye'nin Güvenliğine Etkileri. Ankara: Genelkurmay Basımevi, 2008.
Öncel, Naci. “Rio de Janeiro nasıl Sultan Osman oldu?”. Hürriyet Kelebek, 14 Haziran 2014.
Büyükbaş, Hakkı. Japon Modernleşmesi Üzerine (1868-1912). Bilimname III. 2003/3.
Ersel, Hasan. “Reşâdiye ve Sultan Osmân-ı Evvel Dretnotlarına El Konulması”, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, 31.01.2009. https://www.tepay.org.tr.
Güvenç, Serhat. Osmanlıların Dretnot Düşleri. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011.
Karaveli, Nihat ve Kandemir Feridun. Yakın Tarihimiz, Rauf Orbay'ın Hatıraları. Vatan Gazetesi Yayınları, 1962, C.1.
Şahbaz, Mehibe. Osmanlı Askeri Teşkilatında Deli Ocağı. Hava Selçuk (ed.), Genişletilmiş 2. Baskı, İksad, 2019.
Kara, İsmail. İstiklâl Marşı. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2021.
Ayışığı, Metin. “İngilizler Tarafından Müsadere Edilen Sultan Osman ve Reşâdiye Zırhlıları”. Tarih ve Medeniyet. Ekim 1994.
https://www.wikipedia.tr-tr.nina.az/Sultan_Osmân-ı_Evvel_(zırhlı).html. (Erişim: 19 Kasım 2023)
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1920216. (Erişim: 20 Kasım 2023)
https://haber.sol.org.tr/gelenek/bir-baska-29-ekim-yazisi-osmanli-devletinin-el-konan-savas-gemilerini-2021de-hatirlamak.
Toplam 204,7 metre uzunlukta ve 27 metre genişlikteydi ve tam yükte su çekimi 9,1 metreydi. Normal yükte deplasmanı 28,297, tam yükte ise 31,355 tondu. Geminin derin yükte metasentrik yüksekliği 14,9 metreydi.
Agincourt, Kraliyet Donanması'ndaki hizmeti sırasında özellikle "konforlu" bir gemi olarak kabul ediliyordu. Gemi içindeki tesisatın talimat plakaları Portekizce yazıldığı ve gemi Britanyalılar tarafından alındıktan sonra değiştirilmediği için, içinde çalışma yapanların bir miktar Portekizce bilmesi gerekiyordu. 1917'de mürettebatı 1.268 subay ve bahriyeliden oluşuyordu.
Sultan Osmân-ı Evvel, gayriresmî olarak, pazardan başlayarak haftanın günleriyle isimlendirilen ve yedi adet hidrolik güçle çalışan -çift tarette- toplam 14 adet BL 12 inç (300 mm) Mk XIII 45 kalibrelik top taşıyordu. Bu, bir dretnot savaş gemisine monte edilmiş en fazla sayıda bulunan taret ve ağır toptu. Silahlar -3°'ye kadar bastırılabiliyor ve 13.5°'ye yükseltilebiliyordu. 386 kg ağırlığındaki mermileri, 831 m/s namlu çıkış hızına sahipti ve zırh delici (AP) mermilerle 13.5° yükselişte maksimum menzilleri 20.000 yard (18.000 m) idi.
I. Dünya Savaşı sırasında taretler, maksimum yükselişleri 16°'ye çıkarmak üzere modifiye edildi, ancak bu değişiklik menzili yalnızca 20.435 yard (18.686 m) seviyesine ulaştırdı. Topların atış hızı dakikada 1.5 mermiydi. Tüm toplar bir bordaya ateşlendiğinde, ortaya çıkan alevler, bir muharebe kruvazörünün havaya uçtuğu izlenimini yaratacak kadar büyük ve hayranlık uyandırıcıydı. Gemiyi ikiye böleceğine dair yaygın bir fikre rağmen, tam borda ateş ederken gemiye hiçbir hasar verilmemiş, ancak Agincourt'un ilk borda ateşi denemesinde sofra ve cam eşyalarının çoğu paramparça olmuştu.
Agincourt inşa edildiği hâlde, on sekiz adet BL 6 inç Mk XIII 50 kalibrelik toptan oluşan bir ikincil bataryaya sahipti. On dördü, üst güvertede zırhlı kazamatlarda, ikisi ise ön ve arka üst yapılarda silah kalkanlarıyla korunarak yerleştirilmişti. Gemi Birleşik Krallık tarafından satın alındığında, silah kalkanları ile korunan pivot yuvalarında köprünün yanına iki tane daha top eklendi. Silahlar -7°'ye kadar bastırılabiliyor ve ilk haliyle 13°'ye, modifikasyonlardan sonra ise 15°'ye kadar yükseltilebiliyordu. 100 pound (45 kg) ağırlığında mermileri 2.770 fit/saniye (840 m/s) namlu çıkış hızıyla 13.475 yard (12.322 m) menzile ateşleyebiliyordu. Atış hızları dakikada yaklaşık beş ila yedi mermi idi, ancak bu hız atışa hazır mühimmat kullanıldıktan sonra dakikada yaklaşık üç mermiye düşüyordu çünkü mühimmat vinçleri, silahları tam olarak beslemek için çok yavaş veya azdı. Silah başına yaklaşık 150 mermi taşınıyordu.
Torpido botlarına karşı yakın mesafe savunma, on adet 3 inç (76 mm) 45 kalibrelik seri ateşli topla sağlanıyordu. Bunlar üst yapıda pivot yuvalarına monte edilmişti ve silah kalkanlarıyla korunuyordu. Agincourt ayrıca yanlarda birer ve kıçta bir adet olmak üzere toplam üç adet 21 in (533 mm) su altı torpido tüpü taşıyordu. Torpido tüplerine ateşlendiklerinde giren su, borunun yeniden doldurulmasını kolaylaştırmak için torpido bölmesine boşaltılıyor, ardından denize pompalanıyordu. Bu, torpido mürettebatının hızlı atış gerektiğinde 3 fit (0,9 m) su içinde çalışmasına sebep oluyordu. Gemide 10 torpido taşınıyordu.