Önceki yazımızda Osmanlı’nın son şeyhülislâmlarından Mustafa Sabri Efendi’nin damadı, Medresetü'l- Hattâtîn ve Evkâf-ı İslâmiye Müzesi müdürlükleri yapan Hattat ve Mimar Mehmet Ali Bolevî’nin Sultan Abdülhamit’e duymuş olduğu şükranın hatırası ve bağlılığının nişanesi olarak 1901’de sunduğu bilinen “Kâinat Tasavvuru” adlı tablosunu ele almıştık (görsel-1). Bu yazımızda aynı sanatçının 1903 yılında ikinci eseri olan Sultanahmet Camii’nde asılı yağlıboya tablosu (görsel-2) ile yine Fatih Camii’nde asılı 1905 tarihli üçüncü yağlıboya tablosunu (görsel-3) tanıtacağız. Ayrıca mimarlık tarihçisi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin koleksiyonunda bulunan ve ilk defa “Mehmed Ali” imzasının “Mimarzâde Mehmed Ali”ye ait olduğu bir makaleyle iddia edilen “İlmı̇ye İcâzetnâmesı̇”ni yayınlayacağız. (Özsayıner, Müzehhı̇b Mı̇marzâde Mehmed Alı̇, Art-Sanat, 2022)
Osmanlı Devleti, dünyada başka bir örneği olmayan çok dinli, dilli, ırklı bir devlet olarak katmanlı bir kültür yapısına sahipti. Örneğin Türk resmi, mûsikisi ve mimarisinin önemli temsilcileri arasında Ermeni, Rum ve Musevî sanatçılar olmuştur.
Padişahların yakın çevrelerinde bulunan bu sanatkâçılar vasıtasıyla yenilikler, devlet eliyle yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşmiştir.
Bu yenilikler özellikle Sultan II. Mahmud ve Sultan II. Abdülhamid zamanında zirve yapmıştır. Buna örnek olarak Abdülhamid'in saray ressamı Fausto Zonaro’yu verebiliriz. Bu gibi ressam ve fotoğraf sanatçılarının çizdikleri suretler, padişahlar hakkındaki görsel bilgilerin günümüze kadar gelmelerini sağlamıştır. Ayrıca Osmanlı’nın misafiri olan bu sanatçılar, yeni ressamların yetişmesine ve bu alanda Sanâyi-i Nefise sanat mektepleri gibi okulların kurulmasına da vesile olmuşlardır.
Modernleşme adımlarının sonuçlarının görülmeye başlandığı Sultan II. Abdülhamid döneminde kurulan bu mektepler sayesinde, toplumda olduğu kadar sarayın içinde de birçok etkinlik ve yenilik olmuştur. Bu yenilikler karşısında ilmîye sınıfı farklı tavırlar sergilemiştir. Kimisi tamamen Batı hayat düzenine geçmeyi, kültür ve sanat çalışmalarını buna göre yapmayı, bir kısmı da sadece teknoloji almayı önerirken bir kesim de yeniden kendi değerler ve kadim dünyamızdan ilhamla yeni bir sanatkâr anlayışı oluşturmayı savunmuşlardır. Bunun en güzel örneği: sanatla eğitimi, usta-çırak ilişkisiyle de icâzetli sanatçı olmayı başaran “İslâm sânatkârı” Mehmet Ali Bolevî’dir.
Ahşap ustası Dülger Mehmed Efendinin oğlu olarak 1879 tarihinde Bolu’da doğan Mehmet Ali Bolevî, ibtidâî, rüşdî ve idâdî mekteplerini memleketinde okuyarak 1897 yılında çok iyi dereceyle mezun olmuştur. Daha sonra yüksek tahsil için İstanbul’a gitmiştir.
ll. Abdülhamid Han’ın 1883’te kurduğu Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin Mimar Şubesinden 1912 yılında mezun olan Bolevî, önceden kullanmaya başladığı “Mimarzâde” mahlasını bununla perçinlemiştir.
İş hayatına “Bâb-ı Meşîhat” dairesi kalemi ikinci kâtipliğinde başlayan Bolevî, bir süre sonra Dârü’l- Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi Hat muallimliğine tayin edilmiştir. 1915’te geleneğe bağlı sanatlarımızın günümüze kadar gelmesinde büyük payı olan Medresetü’l-Hattâtîn’de üç yıla yakın da idarecilik yapmıştır. Onun bu göreve getirilmesinde, mimarlığı ve ressamlığı yanında, hat ve tezhîble de fiilen uğraşmış olmasının büyük rolü vardır.
Mehmet Ali Bolevî, İttihad ve Terakki Hükümetince bir süre Sinop'a sürülmüş, sürgün dönüşü Fatih Vakıf Mektebi ile Mecidiye Mektebi’nde el işleri ve Hüsn-i Hat dersleri vermiştir. Ayrıca, Medresetül-İrşad ve Dârüşşafaka mekteplerinde de muallimlik yapmıştır. Mimarzâde Bolevî, Osmanlı’nın son şeyhülislamı ve kayınpederi olan Mustafa Sabri Efendi'nin Makam-ı Meşihatta bulunduğu 1919 tarihinde “Evkaf-ı İslâmiyye Müzesi” müdürlüğüne tayin edilmiştir.
Mimarzâde Bolevî, bütün bunlar arasında İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi’nin de hocası olan Çarşambalı Ahmed Hamdi Efendi (1848-1912)'den icâzet almıştır. Yazımızda konu edinip görselini de vereceğimiz “İlmîye İcâzeti “muhtemelen bu icâzetnâme olmalıdır
II. Abdülhamid’in devletin bütün işlerini doğrudan kendi kontrolüne aldıktan itibaren hem toplumsal alanda hem başka müslüman halklarla olan ilişkilerde İslâm’a, İslâm kardeşliğine, bilhassa hilâfet kurumuna özel bir önem vermiştir. Öyle ki dönemin resmî ve hususî yazışmalarında, gazetelerde, devlet merasimlerinde “sultan” ve “padişah” gibi unvanlardan ziyade dinî ve siyasî çağrışımlarından dolayı “halife” ve “emîrü’l-mü’minîn” sıfatlarını öne çıkarmaya dikkat edilmiştir. Abdülhamid’in “halife” unvanını “padişah” unvanından daha fazla kullanarak hilâfet makamının üzerinde çok durması, “Dünya İslâm Birliği” projesinde bu kurumun işgal ettiği mevkiyi pekiştirmesindendir. Ona göre, Osmanlı Devleti’ni oluşturan müslüman milletleri bir ailenin fertleri gibi birbirine yaklaştıran şey, islâm/din birliğidir.
Bilindiği üzere Mısır Seferiyle hilafeti Osmanlı’ya kazandırarak İslâm dünyasını tek çatı altında toplayan Yavuz Sultan Selim Han, halifelik makamını İstanbul’ a getirerek “İslam Medeniyeti” tabirini siyasi olarak da tamamlamıştır. Buna rağmen hiçbir Osmanlı padişahı, devletin bekâsı için İslâm’ın doğduğu ve birliğinin temsil edildiği kutsal topraklardaki Hac vazifesini yapamamıştır. Padişahların elde olmayan bu yoksunluğunu, tasavvur ettiği kutsal beldeleri hat ve resim sanatıyla birleştirerek gidermeye çalışan, Mimarzâde Mehmet Ali Bolevî olmuştur. Sanatçı, devleti otoritesiz bırakmama adına gidemedikleri bu beldeleri tasvir ettiği bu iki tabloda, ait olduğu medeniyetin kendine özgü niteliklerini yansıtarak Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Yıldız Sarayı, Hicaz demir yolu, dünya ve yıldızlar alemini tuvale yansıtmıştır. Bununla, hem padişahların özlem duygularını gidermeye hem de onların İslâm Birliği anlayışını yansıtmaya çalışmıştır. Bolevî’nin bu eserleri, Halife-Sultan olan padişahların yaptırdığı büyük “selâtin” camiler olan Fatih ve Sultanahmet’te sergilenmektedir.
Bolevî’nin Sultan Abdülhamit’e şükran ve bağlılığının bir nişanesi olarak 1901 yılında sunduğu “Kâinat Tasavvuru” tablosu
İslâm dünyasının nabzının attığı Kâbe-i Muazzama tablosu Mimarzâde’nin 1903 tarihinde ikinci olarak resmettiği eseri Sultanahmet Camii’nin mihrap duvarının sol tarafında sergilenmektedir (Cami’nin uzun süren restorasyon çalışmaları nedeniyle o bölüm bu günlerde kapalı ve tablo Vakıflar İdaresinde emanette bulunmaktadır). Tablonun ahşap çerçevesi içinde, üç ayrı kartuş/kutucuk içinde istifli yazılar vardır. Ortadaki kartuş içinde, siyah zemin üzerine sarı zırnık mürekkebi kullanılarak “Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk mâbet, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke‘deki evdir” mealindeki Âl-i İmrân suresinin 96. ayeti ile, “Orada apaçık deliller, Hz. İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur...” mealindeki 97. ayeti yazılmıştır. Çerçevenin sol üst kısımdaki kartuşun içine, “Zekeriyyâ onun bulunduğu yere her girdiğinde…” mealindeki Âl-i İmrân Suresi'nin 37. ayeti yazılmıştır. Sağ kısımdaki kartuşun içine ise yine Âl-i İmrân suresinin “Zekeriya, mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendi…” mealindeki 39. ayeti yerleştirilmiştir.
Yağlıboya tablosunun tam ortasında, İslâm dünyâsının nabzının attığı Kâbe-i Muazzama, Harem-i Şerif resmedilmiştir. Etrafında, Hatîm ve Hicr-İsmâil, Makam-ı İbrahim, Zemzem Kuyusu ve arka tarafta Sultan ll. Selim döneminde (1566-1574) yapılan Osmanlı revakları görülmektedir. Arka sol üst kısımda ise, Ecyad Kalesi bulunmaktadır. Ecyad Kalesi, Osmanlı Devleti’nin kutsal toprakları korumak maksadıyla Askeri Garnizon olarak I. Abdülhamid döneminde, 1780 yılında inşa ettirilen yapıdır. Kale, 2002 yılında Suudi Arabistan hükümeti tarafından yıktırılarak yerine gökdelenler ve alışveriş merkezleri inşa edilmiştir.
Tablonun sol alt köşesinde "1903" tarihi ve "Meşîhat-ı ulyâ mektubi kalemi hulefâsından Mimarzâde Mehmed Ali" imzası yer almaktadır.
Dünya küresinin merkezinde, Mekke ve Medine-i Münevvere tablosu “Medine-i münevvere (Ravza-i mutahhara-Mescid-i Nebi), Mekke-i mükerreme (Kâbe-Mescid-i haram) ve İstanbul’u aynı dünyanın/aynı bütünün parçaları olarak resmeden bu tablo XIX ve XX. yüzyılda kuvvetlenen bir fikrin beklenebilir bir devamıdır.
Mimarzâde’nin ll. Abdülhamid dönemine ait günümüze ulaşmış çalışmalarından son eser olarak bilinen üçüncü yağlıboya tablosu, Fatih Camii’nin müezzin mahfilinde sergilenmektedir. Tabloda verilmek istenen ana tema, İslam toplumunun inanç, kültür ve geleneğinde en önemli mevkii işgal eden Mekke ve Medine’nin ön planda tutularak dünya küresinin merkezine yerleştirilmiş olmasıdır. 1905 yılında resmedilen tablonun sol üst kısımda, Medine-i Münevvere ayrıca kûfi bir hatla çevrelenmiş, “Allah, kulları için lütuf sahibidir “ (Şura,19) ayeti ile süslenmiştir.
Tablonun sağında Yıldız Sarayı’nın girişi, kubbeleri ve minareleriyle İstanbul silueti ve Hamidiye Camii, gökyüzünde ise gezegenler yer almaktadır.
Tablodaki Beytullah tasvirin hemen altında, Sultan II. Abdülhamid’in İslâm halifesi olduğunu daha iyi pekiştirecek bir girişim olan köprüleri ve tünelleriyle yine onun tarafından 1900-1908 yıllarında Şam ile Medine arasında inşa ettirilen Hicaz Demiryolu görülmektedir.
Bolevî’nin Sultan Abdülhamid’in İttihad-ı İslâm (İslâm birliği) politikalarıyla uyumlu bu tablo “İslâm’ın büyük, merkezî ve mukaddes üç şehri ile İstanbul arasında kuvvetli bir ilişki ve devamlılık kurma fikrinin ürünü. İnce bir fikrin resim/görünürlük düzeyinde başarılı bir uygulaması…”dır. İsmail Kara’nın ifadesiyle “tabloyu tersten okuyarak da bir hiyerarşi kurabilirsiniz; İstanbul Kudüs’ün, Medine’nin, Mekke’nin hizmetkârı ve muhafızı değil, sadece bu şehirlerde vücut bulan dinin, inançlar manzumesinin, kültürün, sanatın, yaşama üslubunun, ahlâkın da ete kemiğe bürünmüş hâli…”
Mimarzâde Mehmed Ali Bolevî’nin Çarşambalı Ahmed Hamdi Efendi’den aldığı İlmîye İcâzeti (Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin icâzet verdiği meşhur talebeler arasında İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar, Ord. Prof. Ebül'ula Mardin ve Mimarzâde Mehmet Ali Bolevî bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ord. Prof. Kemalettin Birsen de, Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin oğludur.)
Mühendis-Mimar, Restoratör ve Mimarlık Tarihçisi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin koleksı̇yonunda bulunan İlmı̇ye İcâzetnâmesı̇nı̇n Barok ve Art Nouveau üslûbundaki tezhiplerinde kullanılan “Mehmed Ali” imzasının “Mimarzâde Mehmed Ali”ye ait olduğu, bilimsel olarak ilk defa bir makalede ile iddia edilmiştir (bkz: Özsayıner, Art-Sanat, 2022). Mimarzâde’nin ele aldığımız üç yağlıboya tablosu (Kainat Tasavvuru, Sultanahmet ve Fatih Camii tabloları) ile yazdığı tezhib ve hat levhalarında, ayrıca çıkardığı Beyânü’l-Hak mecmuası kapaklarında kullandığı imza ve tasarladığı süslemeler, İlmı̇ye İcâzetnâmesı̇’ndeki Barok ve Art Nouveau üslûbundaki eserlerde kullandığı imza ile aynilik göstermektedir. Sultanahmet Camii’nde asılı olan (görsel-2) yağlıboya tablosunda “1903” tarihi ve “Meşihatı ulyâ mektubi kalemi hulefâsından Mimarzâde Mehmed Ali” imzası; Fatih Camii’nde asılı olan yağlıboya tablosunda ise (görsel-1) “1905” tarihi ve “Meşihatı ulyâ kalemi hulefâsından Mimarzâde Mehmed Ali” imzası aynı tarzda nakşedilmiştir. Her iki tablo, Mekke, Medine şehirleri, Yıldız Sarayı ve Hicaz Demiryolu temalarını içermektedir. Tablolarından birinde celi kûfi hatta yer vermesi de dikkat çeken bir unsurdur. Mimarzâdenin memleketi Bolu’daki Büyük (Yıldırım Bâyezid) Camii’nin duvarlarına kalem işi olarak yazdığı bilinen, celi sülüs ve müsenna (aynalı) hatlar ile yine aynı caminin kubbe pandantiflerine yazdığı, imzalı “Cihâryar-ı Güzin/Çâryar-ı Güzîn” hat levhalarında da bu benzerlik görülmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, tescil ve müzeler müdürü olarak görev yapan Zübeyde Cihan Özsayıner, makalesinde hattat, müzehhip, ressam ve mimar olan Mimarzâde Mehmed Ali’nin, İlmı̇ye İcâzetnâmesı̇ isimli eseri bağlamında Rönesans sanatçılarını aratmayacak kadar çok yönlü bir Osmanlı sanatçısı olduğunu söylemektedir.
Kaynakça:
Kara, İsmail. “Hilafet Merkezi Olarak İstanbul Yahut Şehir, Din, Siyaset”, Akademik Araştırmalar Dergisi , Sayı 47-48, 2010-2011.
Kara, İsmail. Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak , Dergâh Yayınları.
Kuralay, İsrafil. “Türk Kültür Sanat Endüstrisinin Beşiği İstanbul”, Yüzyılın İstanbul’u , İTO Yayınları, 2024, s.649-683.
Özsayıner, Zübeyde Cihan. “Ekrem Hakkı Ayverdi Koleksiyonunda Bulunan İlmıye İcâzetnâmesinin Müzehhibi Mimarzâde Mehmed Ali”, Art-Sanat , 17 (2022).
Şerifoğlu, Ömer Faruk. “Sultan II. Abdülhamid Devrinde Resim ve Fotoğraf”, Milli Saraylar Dergisi , Sayı 15, 2016.
Tunç, Sena. “Camide Alışılmadık Bir Obje; Yağlı Boya Tablosu”, İttifak , 12.02.2024.
Zeyrek, Servet. “Osmanlı'nın Son Dönem Ulemasından Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi”, Akasya Haber , 12.03.2018.
Beşinci, Enver. Osmanlı’dan Günümüze İcazetten Diplomaya , Kültür AŞ Yayınları, İstanbul, 2009.